Ortaçağ şiirlerinde süpernova izi
Almanya’daki Jena Üniversitesi Astrofizik Enstitüsü’nden Ralph Neuhäuser ve ekibi, tam da bunu yaptı. Astronomische Nachrichten (Astronomical Notes) dergisinde yayımlanan yeni çalışmada, Mısır’ın başkenti Kahire’de kaleme alınmış iki Ortaçağ Arapça metni inceleyerek, çıplak gözle görülmüş tarihî süpernovalar hakkında yeni ipuçları aradılar. Amaç, o dönem hiçbir teleskop yokken gökyüzünü izleyen insanların kaleme aldığı satırlardan yola çıkarak, bu patlamaların gökyüzündeki yerini ve parlaklığını yeniden inşa etmek.
Bilim insanları, böyle metinlerin gerçekten bir süpernovayı mı, yoksa kayan yıldız, kuyruklu yıldız ya da meteor yağmuru gibi başka bir olayı mı anlattığını anlamak için belirli ipuçlarına bakıyor. “Gökyüzünde aniden beliren yeni ve çok parlak bir yıldız”, parlaklık ve renk tarifleri, hangi takımyıldızda göründüğü ve kaç gün/ay gözüktüğü gibi detaylar, bir süpernovanın imzası sayılıyor.
GÖKYÜZÜNÜN ESKİ KAYITLARI
Neuhäuser’in sözünü ettiği son “iyi gözlemlenmiş” galaktik süpernovalar, teleskobun icadından önceki döneme ait. 1604’teki ünlü “Kepler süpernovası” bunlardan biri. Çin’den Japonya’ya, İslam coğrafyasından Avrupa’ya kadar farklı kültürler, yüzyıllar boyunca gökyüzünde beliren bu olağanüstü “yeni yıldızları” kayda geçmiş durumda. Toplamda 10 civarında tarihî süpernovadan yazılı olarak haberdarız.
Yeni çalışmada odaklanılan ilk metin, 1181-1182 yılları arasında yaşayan ünlü hükümdar Selahaddin Eyyubi’yi öven bir kaside. Şair İbn Sanā’ al-Mulk tarafından yazılan bu şiirde, gökyüzünde beliren “yeni yıldız”dan bahsediliyor. Diğer kaynak ise 1364-1442 yılları arasında yaşamış Mısırlı tarihçi Ahmed bin Ali el-Makrîzî’nin bir kroniği. Bu kronikte de 1006 yılında görülen olağanüstü parlak bir gök olayının kaydı yer alıyor.
Ortada zaten bilinen Çin ve Japon kayıtları da var. Özellikle 1181 yılında görüldüğü bildirilen “yeni yıldız” için Doğu Asya kaynakları mevcut; ancak bu kayıtlar gökyüzündeki konumu konusunda yeterince net değil. Bu yüzden günümüzde astronomlar, o patlamanın geride bıraktığı süpernova kalıntısının hangisi olduğu konusunda birkaç aday bölge arasında kararsız.
Tam bu noktada, bir Ortaçağ şiiri sürpriz bir şekilde devreye giriyor.
SALADİN İÇİN YAZILAN ŞİİR
İbn Sanā’ al-Mulk’ün Selahaddin’i överken bahsettiği “yeni yıldız”, Neuhäuser ve ekibine göre 1181 süpernovasına işaret ediyor. Şair, yıldızın gökyüzündeki yerini dönemin Arap gökbilim geleneğine göre tarif ediyor: “Kına yakılmış el” olarak bilinen bir takımyıldızda belirmesinden söz ediyor. Bu takımyıldız, modern gökbilimde Cassiopeia (Kraliçe)’ya karşılık geliyor.
Araştırmacılar için bu detay çok değerli. Çünkü süpernovanın hangi takımyıldızda görüldüğü, bugün gökyüzünde aranan süpernova kalıntısının (nebula, gaz bulutu, nötron yıldızı ya da kara delik) yerini daraltmaya yardımcı oluyor. Şiirdeki ifadeler, sadece konum değil, parlaklık ve olayın ne kadar sürdüğüne dair de ipuçları içeriyor. Böylece 1181 süpernovası için “gökyüzünde nerede” ve “ne kadar parlak” sorularına ekstra kısıtlar getiriliyor.
Yine de, 1181 olayının gerçekten klasik bir süpernova mı, yoksa farklı türde bir kozmik patlama mı olduğu tartışması bitmiş değil. Ancak bu tür tarihî metinler, gökyüzünün o dönemki “fotoğrafını” sözlü olarak yakaladıkları için, modern gözlemlerle birleştirildiğinde resmin netleşmesine ciddi katkı sağlıyor.
EN PARLAK SÜPERNOVA
El-Makrîzî’nin kroniğinde anlatılan gök olayı ise astronomlar için daha net bir dosya: Milattan sonra 1006 yılında gerçekleşen, insanlığın bilinen en parlak tarihî süpernovası. Bugün SN 1006 olarak bilinen bu patlama, son 2 bin yılın en parlak süpernova olayı olarak kabul ediliyor ve modern teleskoplarla geride bıraktığı kalıntı ayrıntılı biçimde incelenmiş durumda.
Neuhäuser, bu süpernovanın parlaklığının ay ile kıyaslanabilecek düzeyde olduğunu, gündüz bile fark edilebildiğini hatırlatıyor. Bu kadar parlak olmasının sebebi, hem olağanüstü güçlü bir patlama olması, hem de görece yakın bir mesafede gerçekleşmesi. SN 1006, Samanyolu içinde bize yaklaşık 6 bin ışık yılı uzaklıkta. Yani kozmik ölçekte “komşu sayılabilecek” bir mesafe.
Bu nedenle Makrîzî’nin anlattıkları, artık yeni astronomik bilgi eklemiyor; çünkü modern gökyüzü gözlemleri zaten bu süpernovayı ve kalıntılarını detaylı şekilde çözdü. Buna karşın metin, o dönemde Mısır semalarına bakan insanların gökyüzünde neler gördüğünü, ne kadar etkilendiklerini ve olayı nasıl yorumladıklarını anlamak açısından son derece değerli.
Bugün gökbilimciler süpernovaları uzaydaki dev laboratuvarlar gibi kullanıyor: Yıldızların nasıl öldüğünü, ağır elementlerin nasıl oluştuğunu, kara deliklerin ve nötron yıldızlarının nasıl ortaya çıktığını bu patlamalar sayesinde öğreniyoruz. Ancak modern teleskopların erişemediği tek şey, bin yıl önce gökyüzüne bakan bir insanın şaşkınlığı ve hayranlığı.
İbn Sanā’ al-Mulk’ün Selahaddin’e adadığı dizelerden, Makrîzî’nin titiz kroniklerine kadar uzanan bu metinler, tam da bu yüzden önemli. Hem tarihçilere hem astronomlara hizmet ediyor; sadece geçmişin siyasetini ve kültürünü değil, gökyüzünün nasıl göründüğünü de anlatıyor. Kısacası, eski şairlerin ve tarihçilerin satırları, bugün hâlâ Samanyolu’ndaki patlamaların izini sürmemize yardım ediyor.